Basit

Hep ortasından sıktığım diş macununun bir gece eve geldiğimde düzelmiş olduğunu görmemle başlamıştı tüm hikaye.
Yüzümü kaplayan gülümseyle aynadaki yansımama bakakaldım dakikalarca, görmeden.
Beklenmeyen bir anda, ufak bir detay kendime onlarca soru sormama neden oldu.
Bu kadar basitti aslında mutlu olmak.
Bu kadar basitti aslında birinin hayatını değiştirmek.
Öyle bir hale geldik ki, koşmaktan detayları göremez olduk.
Hep büyük hedefler koyduk kendimize.
O hedefler için savaştık.
O hedefler için seviştik.
Küçük mutlulukları ezerek yükseliyorduk tükenen hayatlarımızdaki hayallerimizi gerçekleştirmek için.
Ya biri kulağımıza “O büyük mutluluk hiç bir zaman olmayacak” diye fısıldarsa.
İşte o gün yıkılır özene bezene kurmaya çalıştığımız küçük evrenimiz.

 

OTUZ++

Otuz’dan itibaren insanın yaşı 10 yılda bir güncelleniyormuş. O yüzden otuzuma tekrar girdim olarak görüyorum yeni yaşımı.

Dikkat: “Geçmiş yılda neler yaşadım ve otuz bir yaşından beklentilerim neler?” içermez!

Uyarıdan sonra kalan az sayıda okuyucuya söyleyeceğim fakat hemen akabinde unutmalarını tavsiye edeceğim sözlerim olacak.

  • Başarı için acı çekmeyi sevmeyi öğrenmen gerekiyor. Zira uykusuz geçirmek zorunda kalacağın bir kaç günün sonunda söyleyeceğin bundan daha zorlu ve yoğun bir dönem olamaz dediğinde mutlaka daha zorlusu önüne geliyor. İşte bu zorluklar vazgeçmediğin sürece seni ileriye götütüyor.
  • Akıl ve ruh sağlığına önem verenler girişimci olmasın. Akıl sağlığı yerinde olan girişimci bende şüphe uyandırıyor.
  • Zaman ilerliyor. Zamanın azalıyor. Normal sürede ilk yarının sonlarına yaklaşıyorsun.
  • Kaybediş korkusu artmaya devam ediyor.
  • Çevresel baskılar seni olmak istediğinden ziyade oldurulmak istenilen kalıba sokmaya çalışıyor.
  • Vereceğin kararların çok daha fazla etkisi  ve tepkisi oluyor.
  • Her şeyi arkada bırakıp başka bir paralelde yeniden başlama fantesizi diye bir karabasan bazı günler ensenize yapışıyor. Görmezden gelin.
  • Nefes alış verişinizi dinleyin. Huzur kaynağı.
  • Kararsızlık: En büyük düşman. Hayatın gidişatını değiştirmek istiyorsan karar ver. O an sana yanlış gelen kararlar bile uzun vadede şükrettiğin kararlara dönüşebiliyor.

Bir yaşın daha sonuna geldik.

 

Wabi-Sabi: Kusurlunun / Sıradanlığın / Basitliğin Güzelliği

Bir çoğumuz, kusursuz olana, abartı olana, büyük olana sahip olmak isteyen süper kahramanlar olarak yetiştirildik ve bizden sonraki nesli de bu değerler evreninde yetiştirmeye devam ediyoruz. Mükemmele sahip olma arzusunu damarlarımıza kadar pompaladılar. Mutluluk kavramını öyle güzel bir balon haline getirdiler ki nefes almanın bile nasıl mucizevi bir döngüye sahip olduğunu unutturdular.

Wabi-Sabi işte bu olguların tam karşısında duran bir düşünce sistematiğidir.

Wabi-Sabi:

  • Basit olmaktır. Hiç’liğe övgüdür.
  • Topluluklara değil kişilere inanmaktır.
  • Gelecek için değil, şu an için yaşamaktır.
  • Kusurlu olandaki güzelliği görmektir
  • Geçici olduğunun farkında olmaktır.
  • Kaçınılmaz olanın kabulüdür.
  • Tüm bu düzende sadece izleyici olduğunu bilmektir.

Evreni koca bir sinema filmine benzetebiliriz. Her bir insanı ise bu sinema filmindeki milyarlarca geçici kameradan biri olarak düşünebiliriz.

Hepimiz birer kamera olarak içinde rol aldığımız filmimizi çekiyoruz.

Hala hayattayken izlediğimiz filmden mutlu olmaya çalışsak iyi olur.

Not: Wabi-Sabi çok derin bir felsefi olgu. Okuduklarım ve anladıklarım çerçevesinde ancak yüzeysel bir şeyler karalayabildim.

 

Ot’uz

99e734f0c15511e1bf341231380f8a12_7Derlerdi inanmazdım ama gerçekten 29 ile 30 yaş arasında tam 10 yıl var. Asıl sorunsa gene inanmak istemesem de 30 ile 40 yaş arasında sadece 1 yıl olduğu gerçeği.

Bu kadar kötümser bir giriş yapsam da aslında 30 yaşında kendinizi ve çevrenizi büyük oranda tanıdığınızı tüm damarlarınızda hissedebiliyorsunuz. Evreni, dünyayı, insanları anlamak için doğduğunuz andan itibaren sorduğunuz sorular azalır hatta kaybolurlar. Sisteme ayak uydurup, soru sorup cevapları bulmanın ne kadar manasız ve anlamsız olduğunu idrak edersiniz. Cevaplar genellikle görecelidir. Görecesiz cevabı bulsan ne fark eder. Senden önce milyarlarcasının başına geldiği gibi sen de solucanların midelerine meze olacaksın nasıl olsa.

Otuzuna kadar nelere sinirlendin, nelere ağladın, neleri bıraktın, nelere inandın. Hep son dediğinde yeniden başladın, yeni başlıyorum dediğinde sona geldin. Değerlerin vardı değersizleşen, değer vermediklerin vardı değerlenen. Hep yarınları beklerken, şimdiyi yaşamayı unuttun. Güneşe baktığında gözlerin yaşardı, denize girdiğinde tenin kızardı, toprağa uzandığında alerji kaptın.

Otuzuna kadar yediğin onca şeyin hala vücudundan atamadığın parçaları bedeninde sinsice birikmeye devam ederken, sen hep aynı kalacağını zannettin. Beynin tarafından uydurulmuş en büyük yalanlardan biri olan “Zaman Efsanesi”, hayallerinin bir asalak gibi senle yaşamasını sağladı. Hayallerindi seni sisteme zincirleyen, zincirlendikçe tekrar tekrar hayaller kurdurtan.

Peki neydi bu hayatın anlamı? Geçen bir arkadaşımın twitter’da paylaştığı bir cümlede gizlenmiş olabilir. “Life isn’t about finding yourself. Life is about creating yourself” (“Yaşam kendini bulmak değil, yaşam kendini yaratmaktır.”) ”

Bir‘leşme gününüz geldiğinde yarattığınız ben kadar anlam kazanmış olacak bu evren.

 

Bengi Dönüş

Sinirlenmek: Bazen o kadar gerekli bir duygudur ki, insanı kararsızlıktan çıkartıp beklenmeyen bir yöne doğru fırlatır. Hayata rasgelelelik katar, monotonluğa son verir. İnsanın, saplandığı o derin çukurdan çıkmasını sağlayacak, bir halattır.

Baş kaldırış: İnsan candır, coşkudur, heyecandır, umuttur. İnsan asidir. Uysal olmak ona yakışmaz. Bazen kendine baş kaldırır, bazen birine, bazense tüm dünyaya. Doğası gereğidir ama gereği olduğu için baş kaldırmaz insan. Yolu dikenli olduğu kadar, başı diktir.

Vazgeçiş: Vazgeçen taraf için yeniden doğuş, vazgeçilen ise ölüm anıdır. Ölümde yeniden doğuşun farklı bir yorumudur. İki tarafta bekledikleri paslanmış duraklarından kalkıp yeniden yola koyulur. Olması gereken olmuştur. Olmaması gerekendir durmak, durulmak.

the_persistence_of_memoryBir gün gelir öyle bir sinirlenirsiniz ki gözünüz tek bir parça geçmiş anı dahi görmez, göremez. Gözünüz kararır. Dönüşü olmayan bir yola gideceğinizi bile bile isyan eder her şeye baş kaldırırsınız. O andan itibaren sıfırdan başlayacağınızı bilseniz de içinizde yeni çıkılacak yolun bilinmezliğinin getirdiği heyecan vardır. Kararınızı vermişsinizdir. Artık, kimse sizi durduramaz. Vazgeçersiniz. O koca koca yılları, hiç bir zaman kavramının hesaplayamacağı bir hızda silersiniz.

Yoktur bu hayat yolunun bir kazananı ya da kaybedeni. Yürümektir asıl olan. Yürürken göremediğimiz kırılım noktalarından geçeriz. O an anlam veremeyiz, üzülürüz, pişman oluruz, nefret ederiz, söveriz. Çünkü göremeyiz yolumuzun bize ne göstermek istediğini. Zamandır bu noktaları birleştirip bize o büyük resmi gösteren. Noktalar birleştikçe anlarız çizgilerin ne kadar da muhteşem kıvrımlara sahip olduğunu. Çizgileri gördükçe fark ederiz çizdiğimiz o mükemmel bengi dönüşü.

Resim: The Persistence of Memory